İkinci günün sabahında Kastiya topraklarına varılmıştı. Yıldızsız ve sessiz geceyi selamlayan tan oldukça neşeli ve hareketli gözüküyordu. Roma'nın aksine burada sabahlar daha hoş karşılanıyordu. Sonbaharın solmaya yüz tutmuş çiçeklerinin son enfes kokularını çekti içine. Deniz üzerinden esen rüzgar havayı serinletiyordu ve belirsiz bir yosun tadı katıyordu. Dar patikaların ardından dev surlar kaleye yaklaştıklarını işaret ediyordu. Halkın meraklı bakışları içerisinde önde iki iri adam arkalarında D'angelo ve onları takip eden 48 askerle dar caddelerden geçtiler. Genellikle ağaçların hakim olduğu Kastiya'da en çok kendini belli eden sınıf çiftçilerdi. Kadın bir hükümdar bu insanlara sonu gelmez bir umut vermişti. Belki de bu kara zamanlarda bunu başarabilen yegane insandı.
Kastiya kalesi uzakta gözükmeye başlamıştı. İhtişamı güneşin ışıkları ile daha da artmıştı. Korunaklı bir kale idi lakin sarayın her zamanki muhafızları dışında kapıda bekleyen başka muhafızlarda vardı. Katolik oldukları her hallerinden belliydi. Sessizliğini korumaya devam etti. İçinde köpüren hiddetli dalgalar göğsündeki hacdan duvara çarpıp durgunlaşıyordu. Kapının önüne yaklaştığı zaman askerlerin delici bakışlarına olağn üstü bir sakinlikle cevap verdi. Dimdik karşısına bakıyordu. Metanet... Yüzüne takındığı duygu sadece metaneti. Metalle odunun birleşmesinin en güzel örneklerinden biri olan kapıya doğru döndü.
"Papalık Kralığının elçisi, Amerum Valisi D'angelo Vildar. Kraliçenize teşrif edeceğimiz bildirilmiştir."
Ustaca kullandığı Fransız aksanını tercih ediyordu konuşurken. Hem etkileyici hem de latif bir dildi. Bayanlar üzerinde tahmin edilmez bir etkisi vardı. Yerinde oyuna sürdüğü kibir kartı ise onu ulaşılmaz biri gibi gösteriyordu. Kapıların aralanmasını beklemek çok uzun geldi. Dillere destan kraliçeyi yakından görmeyi çok arzuluyordu. Güce bu kadar yatkın sapkın bir zihnin kurnazlıklar kalesine ulaşmayı, gözlerindeki ihtiras ateşine dalmayı istiyordu. Aklındaki kurnazlıklar birbir sıralanırken gözlerinde sadece çekici bir pırıltı vardı.
Rüzgar saçlarında dolanırken yüreği dalgalara kapılmış bir kuş gibi çırpınıyor ve aynı zamanda sonbaharın son günlerinde düşmeyi bekleyen bir yaprak kadarda sakin. Düşünceleri sis perdesi altında arzuları ise su kadar berrak. Gecelerden tan vakitlerine kadar düşünmeden yaşamak isterdi zira onun seçtiği yaşam geceleri gündüzden düşünmeyi gerektirdi. Yıllarca kafasında planlar yaptı, arzularını düşünceleriyle bastırdı.