Bir yandan gözleri oduncunun endişeli hareketlerini izlerken, Silas’ın soğuk sesinin kendisine bir şeyler söylediğini duydu. Kelimelerine verdiği tek tepki başını hafifçe aşağı yukarı sallamak olurken hava kapanmaya başlamıştı. Tedirginliği iyice artan köylüyü izlemeye devam etti. Verginin kaçırılma olayı hakkında pek fazla şey bilmediğini kabul etmek zorundaydı. Bütün bildiği, on iki kişi tarafından korunan verginin, bir kişi tarafından kaçırıldığıydı. Üstelik bunu bütün muhafızları öldürmeden başarmış olduğunu da biliyordu. Oyun tahtasına yeni gelen bir oyuncuyu nasıl gözlemlerse, öyle düşünüyordu Tristan şu anda. Kendisini pek çok dikkatli gözün izlediğini bilen birini gözlemlemek zordur. Her türlü tedbirini almıştır, her türlü kamuflajı vardır. Yine de sıradan gözlerin ötesinde bir bakış açısıyla gözlemliyordu onu. Ağırlığını hangi ayağına verdiğinin, gözlerini sürekli kırpıştırıp kırpıştırmadığının, kendisini süzen gözlerden hangisine baktığının, bunların hepsinin önemi vardı onun için. İnce ayrıntılara kafasını takmış bir şekilde düşünürken, onlara doğru yürüyen kişiyi fark etti.
Tanıdık siması, üstüne hızla geçirdiği gri cüppesinin altında derhal kaybolsa da, onun kim olduğunu fark etmede sıkıntı çekmedi. Derin bir nefes alarak kendisini sakinleştiren insanın, önce Silas’ın, daha sonra kendisinin önünde eğilmesini izledi. Ardından gözleriyle takip ettiği adama yönelen insanın uzaklaşmasıyla beraber, teker teker onun ardından gelen birkaç gri cüppelinin aynı şeyi yapıp köyün değişik yerlerine dağılmasını izledi. İnsandan insana olan farklar, Leon’un özenle seçilmiş istihbaratçılarında bile görünüyordu. Bazılarının gittiği yerlerden hiç ses çıkmasa da, bazılarının psikopatlığı belli oluyordu. ´İşlerini tamamlasınlar da, yöntemleriyle ilgilenmiyorum.´ Gittikleri yerler görüş menzilinde değildi, gözleri bomboş gibi görüne köyde dolaştı. Bütün Napoli’nin vergi borcunun bu köyde olması onu gülümsetecek kadar saçma bir durumdu. Gözlerini kırpıştırdı ve elinde bir sandıkla yaklaşmakta olan adama dikti gözlerini.
Adamın konuşmasını ifadesiz bir yüzle dinledikten sonra, bakışları, karşısında iki gri figür bulunan oduncuya kaydı. Adamın gözlerinden korkusunu okumamak mümkün değildi. İki adamın oduncuyu yakalayıp yere oturtmalarını izledi. Yanındaki kadına baktı ve ikisi de o tarafa yaklaştılar. Tristan’ın gözleri hafifçe hırpalanmış oduncudan, iki adama doğru yavaşça kaydı. Zayıf öfkelerini yüzlerinden okuduğu zaman kendi kendine gülümsedi. Neye hizmet ettiklerini biliyorlar mıydı ki? Sıradan insanların, sadece Leon Örgütü hakkında değil, vampirler hakkındaki bilgileri bile şaşırtıcı derecede azdı, insanlara bir süre kan kusturan yaratıklar olarak görüyordu bazıları. Hala yaşadıklarını düşünenler nadirdi. Bazıları geçmişte yaşadıklarını ve kurtulduklarını söylerken, geri döneceklerini düşünenler de vardı. Çoğu ise buna bir şaka gözüyle bakıyordu.
´Şaka olmak için fazla ciddi,´ diye düşündü. ´Yaşamak için fazla ölü, ama ölü olarak kalmak için değil. Geri dönmek içinse fazla yakın.´ Gözü tekrar adamın sorgusuna dönmüştü. Bu kadar yeter diye düşünerek oduncunun görebileceği mesafeye geldi. Üç adamın da gözleri ona dönerken ölüm sessizliği oldu birden. İşe Tristan’ın devam edeceğini anlayan iki adam geri çekildi. Oduncunun gözleri korkuyla büyümüş, karşısındaki silueti izlediğini gördü. Adamın tüyleri vampirlerin yaydığı soğukluktan diken diken olmuştu. Kafasında kurduğu cümleleri soğuk bir sesin aracılığıyla iletirken, ortalığa hala ölüm sessizliği hâkimdi.
”Bana, altınların hepsinin burada olup olmadığını ve bu altınları buraya kimin getirdiğini söyleyeceksin. İsmini, neye benzediğini, nasıl konuştuğunu, tam olarak ne yaptığını… Hepsini anlatacaksın. Bildiğini gözlerinden okumak çok kolay, hiçbir zaman duygularınızı saklayamadınız.” Başını hafifçe yana eğerek sözlerine devam etti. ”Sana soru sormuyorum ölümlü, sana ne yapacağını söylüyorum.”