Gecenin koyu sessizliğini yırtan, acı dolu çığlıkla genç kadın hala yürümekte olduğu halde hızla omzunun üstünden geriye baktı. Bu hızlı hareketle, düz siyah saçları hızla savrulmuş, yüzüne düşmüştü. Önüne dönüp yürümeye devam etti. Nefes nefese kalmıştı. Ancak biraz sonra yavaşlamaya başladı çizmelerinin sesi artık daha silik geliyordu. Sonunda tam olarak durdu, nefesini düzeltebilmek için derin derin nefes aldı ve yaptığından pişman olacağını bile bile geriye döndü. Çığlığın geldiği ara sokağa doğru koşerken, sürekli etrafını inceliyordu. Sonunda kimseyi görmeden, sokağın başına gelebilmişti. Gölge orada öylece yatıyordu. Ve bu Alain’i rahatsız ediyordu. Bir an yanına gidip gitmemekte kararsız kaldı. Ancak sonra buraya kadar gelip dönemeyeceğini fark etti. Gölge, derin derin nefes alırken, bir yandan kıpırdanıyor bir yandanda garip iniltiler çıkarıyordu. Alain kabanının şapkasını çekip, atkısını yüzüne bağladı. Şimdi bir tek koyu yeşil gözleri görünüyordu. Sabit bakışlarını, gölgeye dikti, tam yanında dururken ve soğuk sert bir sesle;
“Kıpırdama! Eğer kıpırdarsan çekip giderim.” dedi, gölge ayak ucunda yüzünü ona dönmeye çalışıyordu. Sonunda başardı ancak bakışlarından ve tamamını göremediği bu yüzden korkmuş olacak ki, gözlerini olabildiğince çok açtı. Alain umursamadan yanına çömeldi. Yüzü kan içerisindeydi ve çok derin kesikler yoktu ancak kan kaybı onu öldürebilirdi. En çok kanıda omzunun altındaki yaradan kaybediyordu. Onu sarma ihtiyacı duyarak;
“Bir atkın var mı?” dedi yine ifadesiz bir tonda. Yaralı, başını ‘hayır’anlamında sallamaya çalışırken, yüzü acıyla kasıldı. Alain, bir an tereddüt etti ardından, yüzündeki atkıyı hızla çekti. Böylece kimliğini ifşa etmiş oluyordu. Yaralının gözlerindeki şok ifadesini tanıyordu. Kesinlikle ona yardım etmesine daha çok şaşırmıştı şimdi, genç kadının düzgün yüzhatları, dolgun dudakları ve solgun renk tenini tanıyınca.
“Evet, o benim.” dedi Alain gözleri nefretle kararırken. “Sizin adaletinize, asıl adaletsizliğe meydan okuyanlardan biri. Sizin devletinizden, dininizden, milletinizden reddettiğiniz.” Elbette, o da yaralıyı tanımıştı. Yaltakçı hainin biriydi.
“Aslında, dünyanın pisliklerden arınması için seni bırakmalıydım. Ama ne yazık ki bunu yapamam ben.” Dedi atkıyı sara bilmek için yaralının üzerindeki kazağı yavaşça çekip çıkarırken. Yaralı hala büyülenmiş halde öylece ona bakıyordu. Yüz hatlarını ezberlemeye çalışır bir hali vardı. Hızla atkıyı sardı, ardından titremekte olan yaralıya kendi paltosunu çıkarıp sardı. Bir yandanda kendi kendine söyleniyordu. Ne yapıyordu böyle?
“Bana bak,” dedi “Eğer buralarda olduğumu bir tek kişiye fısıldarsan, her neredeysem geri döner ve seni kendi ellerimle boğarım.” Ardından adamı sağlam kolunun altından tutup kaldırarak, yürütmeye çalıştı. Onu en yakın hastaneye bırakmalıydı. Ve bu Alain’e çok fazla şeye mal olabilirdi. Bu yüzden onu kendi tarafının, sığınaklarından birine götürmeye karar verdi ne de olsa bütün hastanelerden daha yakındı. Ayrıca Alex ona yardım edebilirdi.
“Şimdi, uyu bakalım.” dedi ve adamın şaşkın bakışları altında yarasına hızla vurdu. Kısa bir çığlığın ardından, adamın tüm yükü omuzlarına düşmüştü. Arkadaşları ona çok kızacaktı biliyordu ama başka çağresi yoktu. Etrafını kollayarak, iki sokak ötedeki karargaha doğru yürümeye devam etti, adamın ağırlığını düşünürken.