Kapıyı sertçe çarparken, duyduğu sesin ne kadar rahatlatıcı olduğunu düşünerek, belli belirsiz gülümsedi Leonard. Yaptığının doğruluğu yada yanlışlığını bilmediği gibi bunu önemsemiyordu da. Çok sıkılmıştı ve sonunda özgürdü işte. Onu tutup, olduğu yere bağlayan zincirleri kırıyordu bu tok, sert sesle. Tak! Adımlarını da o ses kadar sert ve hızlı atarak yürürken, bir yandan da yarım yamalak giydiği deri ceketini düzeltiyordu. Sertçe asılırken, bir türlü düzelmeyen yakasından çıkardı sinirini.
Nereye gideceğini -ya da gidebileceğini- bilmemenin garip ve ürkütcü melankolisine girmeyecekti. Neresi olursa olsun, diye düşündü, geride bıraktığımdan kötü olamaz. Buna kendini inandırmaya çalıştığının farkında olmadan defalarca aynı cümleyi tekrarladı. Bir yere kadar haksız değildi. Özgürlüğü kısıtlıydı, doğru! Ve orası lanet olası bir yerdi, bu da doğru. Ancak kendine bile itiraf edemediği sorun, geride bıraktığı güzel şeydi. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın aklından çıkaramıyordu işte. Sinirle parmaklarını saçlarında gezdirdi. Sert çenesini, kriz durumlarına özgü şekilde oynattı.
Kaçtığı yer büyüdüğü yerdi. Kendisi olduğu yer. Lanet olası bir yetimhaneydi. Ancak on yedisine kadar dayanmıştı işte… Bugünse, kaçıp gitmeyi her defasından çok daha fazla istemişti. Öyleki bir istekten ziyade bir ihtiyaç olmuştu bu onun için nefes almak kadar bariz bir ihtiyaç! Ve eşikten geçmişti işte. Yaşamının eşiğinden. Geride bıraktıkları, lanet olası bir yetimhane müdürü, saçma sapan çeteler, insanda yoğun bir kusma isteği uyandıran yemekler, yataktan çok duvar olabilecek şilteler ve birde Julia’ydı. İşte tek güzel şey oydu. Bunca seneyi orada geçirmesinin tek sebebi. Başı belaya girmesin diye, uğraşmasının tek nedeni oydu. Geçen geceyi hatırlayınca yumruklarını sıktı.
Akşam yemeğindelerdi. Leonard’ın daima nefret ettiği, Dawe onlara doğru yaklaşmıştı tabi çevresinde küçük bir grupla. Böyle adamların yalnız gezmeye cesareti olmadığı gibi, burunlarını yere indirebilecek kadar metanetleri de yoktur. O da o koca burnunun üzerinden, dik dik Leonard’a bakıp yaklaşarak;
“Hey, Julia sürekli aynı adamla olmaktan sıkılmadın mı? Gelip bizimle takıl.” Leonard o an çatalını elinden bırakıp kalkmaya yeltenmişti ancak bileğindeki nazik el onu durdurmuştu;
“Boşver, Leo, değmez. Lütfen!” cümlesinin sonunda sesi öyle bir düşmüştü ki, Leonard’ın yapacak bir şeyi kalmıyordu. Sakinleşmeye çalışarak olduğu yerde kaldı. Ancak lanet olası susmak bilmiyordu;
“Sana diyorum Julia geçen geceki gibi.” Dedi ve ardından şu anırma diye tabir edilen kahkahalardan birini attı. Leonard Julia’nın hamlesine izin vermeden oturduğu sandalyeyiden kalktı, hareketinin hızıyla tahta sandalye hızla beton zemine çarparak, odayı gürültüye boğdu ve ardından o korkunç sessizlik geldi.
Leonard hiç beklemeden, Dawe’e doğru ilerledi ve hızla yüzünün tam ortasına yumruğunu geçirdi. Tabi anında yanındakilerin saldırısına uğradı. Birkaç hamle daha yaptı ancak sonunda iki kolunda iki ayrı yaltakçısıyla, Dawe’in yüzüne bakmaya zorlanıyordu. Yediği dayağı hatırlarken, dilini dudağındaki şişliğin üzerinde gezdirdi. Ardından müdürün yanına çağırılmış ve onunla da tartışmıştı tabi ki! Yetimhanede bile torpilli olanların var olduğuna im inanırdı? Ama vardı!
Bir sokak lambasının altına çöküp oturdu. Yağmur sonrasının hüznü ıslak kaldırımlara çökmüştü. O sokaklambasının loş ışığının altında çökmüş bir genç adamın gölgesini oynuyordu. Ancak gitmesine neden olan az önceki kavgaydı. Julia ile ettiği kavga… Ettiği küfürlerden şimdi, hatta söylerken bile pişmandı. Ancak o bile onu suçluyordu. Ona, demediğini bırakmamıştı. Yalancıydı, adi herifin tekiydi, tüm hatalar onundu ve en garibi, onu hiç sevmemişti falan. Yine de onun yanında olmayı arzuluyordu şimdi.
Hem onu nasıl o lanet yerde bırakabilmişti. O defolup gitmesini söylememiş miydi? Onun dediğini yapıyordu işte! Leonard acıyla dişlerini sıktı kendini kandıramıyordu işte, zorlamanın manası yoktu. Geri dönmeliyim diye düşündü,geri dönüp onu almalıyım. Ama yüzde yüz yakalanırdı ve… Ve sonrasını tahmin edemiyordu bile.
Ayağa kalktı, yetimhaneye doğru ilerlemeye başladı, ne olursa olsun gidip onu alacaktı. Ancak bir anda olduğu yerde kalakaldı, birkaç adım ötesinde, zarif bir süliet duruyordu. Oydu, öylece duruyordu. Hızla yürüdü ve onu kollarına aldı. Julia hareketsiz duruyordu. Sımsıkı sardı onu, sonra yüzünü görmek için çekildi, ağlıyordu ve Leonard onun ağlayışından nefret ediyordu. Onun canının yanması Leonard’ı iğrendiriyordu. Kısık sesle küfretti. Ardından onu dudaklarını sertçe onun dolgun dudaklarına bastırdı…